Ana SayfaFıkhi KonularNamazRasûlullah'ın Namazı

Rasûlullah’ın Namazı

Rasûl-i Ekrem; iman, ahlak, ibadet ve cihad açısından insanların en mükemmeli idi. Onun kadar Allah’tan korkan, onun kadar Allah’a bağlı olan, onun kadar ibadetlerde yoğunlaşan, onun kadar ahlakta kemâle ulaşan bir kimse yoktur. O, bütün hal ve hareketlerinde “üsve-i hasene” yani uyulacak, takip edilecek ve izlenecek örnek ve en güzel bir şahsiyetin sahibidir. Onun hayatı, Allah’ın rızasını kazandıracak davranışları kazanmak isteyenler için mükemmel ve canlı misallerle doludur. Bu yazımızda, Hz. Peygamberin, Allah’a kullukta gösterdiği hassasiyetten birkaç misal vermeye çalışacağız.

1- Namazlara Karşı Gösterdiği Yoğunluk ve Hassasiyet

Hz. Peygamber, devletin ve halkın işlerini yürütmesinin yanında Allah tarafından elçi olarak gönderilmesinin temel gayesi olan tebliğ görevini de en zor şartlarda bile yerine getirmenin gayreti içersindeydi. Mescid-i Nebevîde kıldırdığı farz namazlarının haricinde o kadar yorulmasına ve zahmetlere katlanmasına rağmen hücre-i saâdetlerinde istirahata çekildiği zamanda namazlarına yoğun olarak devam ettiğini görmekteyiz. Bu hususta Hz. Âişe’nin rivâyetine göre Resûlüllah (s.a.v) ayakları patlayacak dereceye gelinceye kadar namaz kılardı. Hz. Âişe “Ya Resûlellah! Allah senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını sana bağışladığı halde böyle mi yapıyorsun? (bu zahmete katlanıyorsun)” deyince Hz. Peygamber “ Ya Aişe Şükreden bir kul olmayayım mı?”1 buyurmuştur. Muğîre b. Şu’be’nin rivayetine göre Hz. Peygamber ayakları şişinceye kadar namaz kılardı.2

Abdullah b. Ömer (r.a), Hz. Aişe’ye “Resûlüllah’tan gördüğün en şaşırtıcı şeyi bana haber verir misin” diye sorunca Hz. Aişe uzun müddet ağlamış ve sonra şöyle demiştir: “Onun her işi hayret verici idi. Bir gece yanıma geldi, hatta cildini cildime dokundurdu ve sonra şöyle buyurdu: “Ey Aişe, bu gece bana Rabbime ibadet etmek için izin verir misin.” Bunun üzerine ben “Ey Allah’ın Resûlü! Ben senin yakınlığını severim, isteklerini de severim, Rabbine ibadet etmeni de severim, izinlisin” dedim. (Ben bunu söyleyince) Resûlüllah kalktı, odadaki su ibriğinin yanına gitti, abdest aldı, suyu da çok dökmedi, sonra namaz kılmaya başladı. Ağlıyordu, hatta ağlamaktan sakalı ıslandı. Sonra secde etti ve ağlamaya devam ediyordu. Ağlamasından yer ıslanmıştı. Sonra yan tarafına yattı ve yine ağlıyordu. Sonra Bilal geldi, kendisini sabah namazına çağırıyordu. Bilal onun ağlamasını görünce “Ey Allah’ın Resûlü! Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladığı halde seni ağlatan şey nedir? Bunun üzerine Hz. Peygamber “Ey Bilal! şükreden bir kul olmayayım mı?” Nasıl ağlamayayım? Allah Teâlâ bu gece bana “Göklerin ve yerin yaradılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır”3 âyetini indirdi” dedikten sonra şöyle buyurdu: “Yazıklar olsun bunu okuyup ta bunun hakkında düşünmeyene!” Diğer bir rivayette ise “ vay bunu çeneleri arasında çiğneyip te bunun üzerinde düşünmeyenlere!” buyurmuştur.4 Görüldüğü gibi Hz. Âişe uyumamış ve dikkatle yatağından ayrılan Resûl-i Ekrem’in hal ve hareketini izlemiş, onun evinde yaptığı ibadetin mahiyetini ümmete duyurarak büyük bir hizmeti ifa etmiştir. Resûlullah’ın özel hayatını ümmete en fazla yansıtan ve duyuran bu annemiz olmuştur.

2- Hz. Peygamberin Son Hastalığında Namaz İçin Gösterdiği Hassasiyet

Hz. Peygamber, âhirete irtihal edeceği sırada bile namazı düşünüyor ve bu konuda ümmetine önemli mesaj sunmayı ihmal etmiyordu. Ubeydullah b. Abdillah şöyle bildirir: Âişe’nin yanına girdim ve kendisine “Bana Resûlüllah (sa.v) in hastalığından bahsetmez misin?” deyince Hz. Âişe “evet” dedi (ve şunları söyledi): “Peygamber(s.a.v) in hastalığı ağırlaştı. (Bir ara) “insanlar namaz kıldı mı?” diye sordu. Biz: Hayır seni bekliyorlar ey Allah’ın Resûlü dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “(Öyle ise) benim için leğene su koyun” buyurdu. Dediğini hemen yerine getirdik, Resûlüllah (s.a.v) yıkandı. Sonra kalkmak için davrandı. Fakat bayıldı. Sonra ayılarak: “İnsanlar namazı kıldı mı?” diye sordu…. ve bu hal üç defa tekrar etmiştir. …Sonra Resûlüllah (s.a.v) kendisinde biraz hafiflik hissederek biri Abbas olmak üzere iki kişinin arasında öğle namazına çıktı. Ebû Bekir cemaatle namaz kıldırıyordu. Ebu Bekir onu görünce geri çekilmeye davrandı, fakat Peygamber (s.a.v) ona geriye çekilmemesi için işaret etti. Yanındaki iki zata: “Beni onun yanı başına oturtun” buyurdu. Onlar da kendisini Ebu Bekir’in yanı başına oturttular. Ebu Bekir ayakta Peygamber (s.a.v) in namazına uymuş, cemaat ta Ebu Bekir’in namazına uymuş olarak namaz kılıyorlardı. Peygamber (s.a.v) ise oturuyordu…”5

Görüldüğü gibi Hz. Peygamber, ayakta namazda duramayacak ve mescide yardımsız gidemeyecek durumda ağır hasta olmasına rağmen, ashabının namaz kılıp kılmadıklarını sormuş, cemaate iştirak etmenin hasreti ile yanıp tutuşmuştur. Kelime-i Şahadetten sonra İslam’ın en önemli rüknü olan namaz hususundaki hassasiyetini göstermiş ve cemaate iştirak etmenin önemini Allah’a kavuşmasına ramak kala bütün ümmetine göstermiştir.

3- Hz. Peygamber Namazlarda Uzun Kıraatte Bulunması

Hz. Peygamber’in, namazlarda özellikle tek başına kıldığı namazlarda kıraati uzun tuttuğu rivayet edilmektedir. Huzeyfe (r.a) bu hususta şu malumatı verir: “Bir gece Peygamber (s.av) ile birlikte namaz kıldım. Bakara sûresine başladı, ben (içimden) yüz âyeti tamamlayınca rükû eder; dedim. Sonra devam etti. Ben (içimden) bütün sûreyi bir rek’atda okuyacak; dedim. O yine devam etti. Ben bu sûre ile rükua varır, dedim. Sonra Nisâ sûresine başladı. Onu da okudu. Sonra Âl-i İmrân sûresine başladı; onu da okudu. Ağır ağır okuyordu, içinde tesbih bulunan bir âyete gelince tesbih ediyor; istek (rahmet ve bağışlanma) âyetine gelince istiyor; teavvüz (sığınma) âyetine gelince (Allah’a) sığınıyordu…”6

Bu hadis, Hz. Peygamber’in bazı zamanlarda namaz kılarken uzun kıraatte bulunduğunu göstermektedir. Bununla birlikte Resûl-i Ekrem, cemaatle namaz kılınması esnasında imamın kıraati hafif yapmasını istemiştir. Bu konuda şöyle buyurmuştur: “Biriniz cemaate imam olursa, namazı hafif kıldırsın. Çünkü onların içerisinde küçük, yaşlı, zayıf ve hasta olanlar vardır. Kendi kendine kıldığı vakit istediği gibi kılsın. Yalnız başına kıldığı zaman, namazını istediği kadar uzatsın.”7

Resûl-i Ekrem’in namaz kıldırması hakkında Hz. Enes şu bilgiyi verir: “Ben Peygamber (s.v.a) den daha hafif ve ondan daha tamam namaz kıldıran hiçbir imamın arkasında namaz kılmadım. Şayet bir çocuğun ağlamasını işitirse, annesini sıkıntıya düşürmekten endişe duyduğu için namazı hafif kıldırırdı.” Yine Enes (r.a) ın rivayetine göre Hz. Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Ben (bazen) namaz kıldırmaya kalktığımda namazı uzatmak isterim (uzatmak niyeti ile namaza başlarım). Fakat bir çocuğun ağlayışını duyunca, annesinin çocuğun ağlamasından dolayı üzüleceğini, ıstırap duyacağını bildiğimden ve ayrıca annesine sıkıntı vermeyi ve zorluk çıkarmayı uygun görmediğimden dolayı kıraatimi kısa tutarım”8 Bu hadisler, cemaatle namaz kılınması sırasında, insanları nefret ettirmeden, bıktırmadan namaz kıldırmanın önemini göstermektedir. Resûlüllah (s.a.v) in namazı hafif kıldırıldığına işaret edilen hadiste ayrıca onun namazı tam kıldırdığına da dikkat çekilmiştir. Görüldüğü gibi o, insanlara kulluktan söz ederken, öncelikle bunu en yoğun bir şekilde kendisi uyguluyordu. Hatta, onun terbiyesinde yetişmiş ve bu alanda ün yapmış bir sahabi bile onun uygulamasına zor dayanıyordu

4- Hz. Peygamber’in Ömrünün Sonuna Doğru İbadetini Yoğunlaştırması

Hz. Peygamber, Nasr sûresinin indirilmesinden sonra daha çok tövbe ve istiğfara devam etmiş, “Sübhanellâhi ve bi hamdihi estağfirullah ve etûbü ileyh” (Allah’ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih eder ve sana hamdeder ve sana yönelirim. Beni bağışla Allah’ım) cümlesini her fırsatta söylerdi.9

Hz. Âişe’nin rivayetine göre Peygamber (s.a.v), rükua ve secdeye vardığı zaman “Sübhânekellâhümme rabbenâ ve bi hamdike Allahümmeğfirlî” (seni noksan sıfatlardan tenzih ederim ve sana hamdederim. Ey Allahım! Beni bağışla)10

Çoğunluğun rivayetine göre Nasr sûresi, Mekke’nin fethinden önce indirilmiştir. Bu sûre, Hz. Peygamberin ölümünün yaklaştığını haber vermektedir. Hz. Peygambere tövbe ve istiğfarın emredilmesi, onun ecelinin yaklaştığına bir işarettir. Bu yüzden Nasr sûresine “tevdî’ sûresi” (vedalaşma sûresi) adı verilmiştir. 11 Hz. Peygamberin bu sûrenin inmesinden iki yıl sonra vefat ettiği söylenmiştir.12

Görüldüğü gibi, Hz. Peygamber, ömrünün sonlarına doğru ibadetlerini ve istiğfarını yoğunlaştırmıştır. Allah tarafından geçmiş ve gelecek günahlarının bağışlandığı bildirildiği halde Resûl-i Ekrem’den bağışlanma talebinde bulunması ve tövbe etmesi istenmiştir. Bu uygulama ve davranış Resûlüllah’ın zatında bütün ümmetten istenmektedir. Bu sebeple herkes ömrünün sonuna doğru daha fazla ibadetini yoğunlaştırmalı ve daha fazla tövbe ve istiğfarda bulunmalıdır. Ömrünün hangi zaman ve hangi noktada son bulacağını kimse bilemez. Müslüman, hemen ölecekmiş duygusuyla âhiret hazırlığını her zaman ve hiç ara vermeden yapmalı ve Hz. Peygamberin hayatından ve ibadetlere karşı gösterdiği hassasiyetten ders almalıdır.

——————————————————————————–

 

Dipnotlar: 1) Buharî, Teheccüd, 6, Müslim, Münâfikûn, 81; Nesâî, Kıyâmü’l-Leyl, 17; Tirmizî, Salat, 187. 2) Bkz. Müslim, Münâfikûn, 79-80. 3) Âl-i İmrân, 3/190. 4) İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, İstanbul, 1981, II, 164. 5) Müslim, Salât, 90. 6) Müslim, Müsâfirûn, 203. 7) Buharî, Ezân, 63; Müslim, Salât, 183-184; Tirmizî, Salât, 61; İbn Mâce, İkâmet, 48; Ahmed b. Hanbel, II, 256, 393, 502, 537. 8) Buhârî, Ezân, 65, 163; Müslim, Salât, 190-192; Ebû Dâvûd, Salât, 123; Nesâî, İmâmet, 35; İbn Mâce, İkâmet, 49; Ahmed b. Hanbel, III, 109, 153, 182. 9) Ahmed b. Hanbel, VI, 35. 10) Buharî, Süre-i Nasr, 110. 11) Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, Beyrut, ts. VI, 596. 12) Hazin, Lübâbu’t-Te’vîl, Beyrut,ts, VI, 596; Nesefî, Medârikü’t-Tenzîl, Beyrut, ts, VI, 596.

Kaynak: Altinoluk dergisi, 12/2004

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

BU KATEGORİDE DİĞER İÇERİKLER